16 Mart 2017

HOŞÇAKAL HAYMANA



Hoşçakal Haymana

Evet! Biliyorum! Haymana İlçe Milli Eğitim ve Nuri Bektaş Anadolu Lisesi çevreleri başta olmak üzere, Ankara İl Milli Eğitim çevrelerinden birilerinin yazacağım her satırı sabırsızlık, endişe, kaygı ve tedirginlikle beklediğini biliyorum. Onları anlıyorum. Keza; yazdıklarımda kendilerini bulmayı uman, birkaç tas çorbanın hatırına, cansiperane tetikçilik yapan; mevcut anlayışlarıyla, asla, Skinner’in faresi düzeyine erişmek bir yana, “Pavlov’un köpeği” seviyesine bile yükselemeyecek olan tasmalı çomarları ve çemişleri de anlıyorum.

Ama ilgili satırlara erişmek için, çok değil, biraz daha bekleyeceksiniz. Çünkü onlardan önce, fazlaca uzatmadan, olabildiğince kestirmeden giderek söyleyeceklerim var:

Başlıkta “Hoşça kal Haymana” dedim. Evet! Hoşça kal Haymana! Hoşça kal… Sizler bilmezsiniz ama ben çalıştığım hiçbir okulda öğrencilerimle vedalaşmadım. Onların gözlerinin içine bakarak, “Hoşçakalın çocuklar! Hoşçakalın arkadaşlar!” demedim. Kim bilir, belki fırsat olmadı. Kim bilir, belki de vedalaşmaları sevmediğim içindi. Kim bilir belki de her vedalaşmada insanı eksilten bir şeyler olduğu duygusunu hissetmemdendi. Neden hangisi olursa olsun, bu kural Haymana’da da değişmedi. Eğer bu bir kusursa, kusura bakmayın çocuklar! Kusura bakmayın…

Oysa, siz bilmezsiniz ama, ben öğrencilerimi çok sevmiştim. Okul içinden ya da dışından birileri tarafından bana karşı kışkırtıldıklarında, birileri tarafından muhbirleştirildiklerinde,  hatta bazıları sınırlarını aşıp beni sinirlendirdiklerinde bile çok sevmiştim. Ve hâlâ seviyorum. Hem de en haşarılarını, en asilerini bile… Diğer öğrencilerim alınmasın lütfen! Belki de en çok onları seviyorum ben.  Neden mi?

İtiraz edebildikleri, üzerlerinde kurulan, kurulmak istenen her türlü baskıya rağmen boyun eğmeyip, “HAYIR! Yaptıklarınıza, birilerinin göz yummalarına, kurduğunuz saltanata daha fazla sessiz kalmayacağız!” diyerek, mücadeleyi seçtikleri, seslerini yükseltebildikleri için…

O küçücük, çelimsiz bedenleriyle, sıfatlarının, statülerinin, makamlarının ardına saklanarak kendilerini değerli sanan, sözüm ona kelli felli, etkili ve yetkili zerzevatlara rağmen “HAYIR!” diyerek, sorumlu bir insan olma yolculuğunun çok önemli bir kilometre taşını başarıyla aştıkları için…


“HAYIR!” deyişleriyle, önce kendilerinden başlayarak, insan onuruna sahip çıktıkları için… Hem de bunu, makam, sıfat ve statü uğruna el etek öpmekten helak olmuş; birbirlerinin yüzüne gülüp artlarından nice dolaplar çeviren; dillerinden düşürmedikleri “Kur’an, Allah, Peygamber” kelamının aksine, yegâne amentüleri yalan, dolan, riyâkârlık ve ikiyüzlülük olan; üç kuruşluk çıkar peşinde kılıktan kılığa girerken, insanlıktan çıkan ve toplumsal değerleri pula dönüştüren bilimum zerzevata rağmen başardıkları için…

Evet! İşte yalnızca bunlar için bile Nuri Bektaş Anadolu Lisesi öğrencilerinin, başlangıçta sessiz ve derinden ilerlemiş olsa da önce okulda ve Haymana’da, sonra Türkiye’de yankılanan “HAYIR”ı, çok ama çok değerlidir. Çünkü bu küçücük, çelimsiz çocukların itirazıyla başlayan ve giderek yükselen bir “HAYIR”a dönüşen çığlığı, yalnızca kendilerini, yalnızca arkadaşlarını, yalnızca okulu, yalnızca Haymana’yı değil, ülkenin her yanından yükselen “HAYIR”lara eklenerek, onları bir çığ misali çoğaltarak, yakın bir gelecekte Türkiye’yi dönüştürecektir.

Evet! Yalandan, talandan, yolsuzluktan, hırsızlıktan her türlü hile, desise ve düzenbazlıktan, şiddet ve sömürüden beslenenler ve bunların eteklerine tutunarak yaşamaya çalışan, insanlıktan çıkmış zerzevatlar, çemişler, korkabilirsiniz! Korkmakta öylesine haklısınız ki bunu anlatabilmek için, ne desem az gelir. Bunu anlatabilmek için hangi sözcüğü seçsem diğerinin hatırı kalır. Ama ne kadar korkarsanız korkun, “Mukadderattan kaçılmaz!”

Ve o mukadderatın habercisi işte bu çocukların itiraz edişlerinde, daha fazla boyun eğmeyişlerinde, “HAYIR” deyişlerinde ete kemiğe bürünmüş, kuvveden fiile dönüşmüştür. İlk sonuçlarını da Haymana’da vermiştir. Ancak bu sonuçlar, herkesin malumu olan gelişmelerle sınırlı kalmayacaktır. Çünkü onların “HAYIR”larıyla başlattığı ve acılı, sancılı, sabırlı bir süreçten geçerek ilmek ilmek ördükleri sürece, aşağıdaki satırlarda küçücük bir kum zerresini de ben koyacağım. Sabredin!

Ancak bu aşamaya geçmeden önce, Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nin yiğit öğrencilerine inanan, onlara güvenen ve sahip çıkan, Haymana’nın, bağırıp çağırmasalar da vakur duruşları, kararlı tavırlarıyla, dolduruşa gelmeyen, aklıselim düşünen, başı dik, saygın ve onurlu insanlarına teşekkür etmezsem, bu girizgâh eksik kalır. Çünkü, (isimleri bende saklı olan ve onlar kendi inisiyatifleriyle ortaya çıkmadıkları sürece, hep bende saklı kalacak olan) bu onurlu insanlar olmasaydı, herkesin malumu olan gelişmeler yaşanmayacak ve yine herkesin malumu olan iğrenç olay, ne yazık ki kapatılacaktı. Bundan dolayı kendi “HAYIR”larını, öğrencilerin “HAYIR”ının yanına koyan bu onurlu insanlara yalnızca ben değil, yalnızca öğrenciler ve veliler değil, tüm Haymana teşekkür etmelidir. Haymanalılar bu insanları başlarına tac kılmalıdır.

Yalnızca teşekkür etmek yetmez. Aynı zamanda bilinmelidir ki “Suyu sıcak, Havası sert, İnsanı Mert Haymana” sözüne değer katan, bu sözün hakkını veren asıl kişiler bu onurlu insanlardır. Ortalıkta bağırıp çağıran, her türlü yalan ve iftirayı ona buna atan, önüne sunulan birkaç tas çorba için sahibinin sesi kesilerek tetikçiliğe soyunan tasmalı çorbacılar, dolma kalemler ve çemişler değildir. Çünkü onlar “Suyu sıcak, Havası sert, İnsanı Mert Haymana” sözünün, akılları yettiği kadarıyla siyasetini ve ticaretini yaparak, bu sözü ağızlarında çürük bir sakıza dönüştürürcesine çiğneyerek, kendilerini pazarlamaya çalışan asalaklardır. Öyle asalaklardır ki, yalanları açığa çıktığında, tıpkı korkudan annesinin eteğinin altına saklanan küçücük çocuklar gibi, “Allah, Kur’an, Peygamber, Umre, Mübarek Cumalar, Haymanalılık” sözlerinin ve 15 Temmuz’a dair mübalağa ve mugalâtaların ardına sığınırlar. Doğru yanlış, haklı haksız demeden onu bunu hedef gösterirler ki bunların hepsi ya sırtlarını sıvazlayan mevcut efendilerine yaranmak ya da mamaları kesildiğinde, kendilerine yeni efendi bulmak içindir.

Bu noktada daha fazla uzatmadan, sözü Aziz Nesin’e ve onun ünlü romanı “Zübük”e bırakayım. Nasıl olsa herkes kendi payına düşeni alır. Aziz Nesin der ki, “İt kağnının gölgesinde yürürmüş de gölgeye bakıp bakıp ne büyük gölgem var diye böbürlenirmiş.” Burada itin böbürlenmesinin hükmü, kağnı ortalıktan çekilinceye, güneş altında cascavlak kalıncaya kadardır. İşte o zaman, hele de tek başınaysa, uyuz bir it gibi duvar diplerinden sürtünerek, sünepe sünepe yürümeye başlar. Peki; ya gerçek hayatta, bıraktım Skinner’in faresini, “Pavlov’un köpeği” seviyesine bile erişemeyen çorbacıların, çemişlerin hükmü nereye ve ne zamana kadardır?

Sorunun yanıtını bulmayı sizlere bırakarak, yeniden “Hoşça kal Haymana!” diyorum, “Hoşça kal Haymana!” Çünkü ben, öğretmenlik hayatımın 2010 Kasım sonundan 2014 Aralık ortasına dek süren en güzel, en verimli dört yılını Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’nde geçirdim. Öğrencilerimin düşünsel ufkunu genişletebilmek, onların karşılaştıkları sorunlara çok yönlü ve çok boyutlu bakarak çözümler üretebilmesine katkı sunabilmek için erinmeden gocunmadan, can-ı gönülden çalıştım. Bu süreçte bana destek olan, öğretmen ve idareci olan herkese teşekkür ederim.

Aynı zamanda şu ana kadar basımı yapılan “Öğretmen; Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Mehdi ve Mesih”, “Lağımpaşalı”, “Başbakanın Günlüğü”, “Kıranlar Kırılanlar Zamanı”, “Allah Dedi, Üstad-ı Azam” ve “Aşk Mavidir Öğretmenim” adlı yedi kitabımdan altısını Haymana’da görev yaparken yazdım. Hatta bir de daha yayımlanmayan roman dosyasını sayarsam yedi kitabın düşünülüp tasarlandığı yer Haymana’dır. Beni “Haymana düşmanı” ilan edebilecek kadar pervasızlaşan, akıl ve izan yoksunu soytarılar bunu bilmez. Dolayısıyla, kim ne derse desin, Anadolu Platosu’ndaki bu küçücük ilçenin yaşamımda tartışılmaz ve önemli bir yeri vardır artık. Yaklaşık son iki buçuk yıldır, Nuri Bektaş Anadolu Lisesi İdaresi ve Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bana yaşattıklarına rağmen (Bunların neredeyse tamamı, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdiğim ve her biri de muhakkikler ve ilçe tarafından kapatılan şikayet dilekçelerinde anlatılmıştır) bu gerçek ve hakikat hükmünü koruyacaktır.

Bunun yanı sıra, bir itiraf: Başladığım günden bu yana hiç kimseye “Müdürüm” diye hitap etmedim. Ve bundan sonra da hiç kimseye “Müdürüm” demeyeceğimi biliyorum. Ancak, ağzımdan hiç çıkmamış olsa da benim yaşamımda “Müdürüm” sözünü hak eden ikinci insanla Haymana’da tanıştım. Bu kişi, hem insan olarak, hem de idareci olarak tanımaktan ve birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum, Soner Çeki’dir. Hoşça kal Soner hocam…

Ve son kez “Hoşça kal Haymana”…

*****

Şimdi gelelim beklenen satırlara… Gerekirse ayrıntılarını daha sonra yazmak üzere, en basitinden başlayarak, spotlar halinde ilerleyelim:

1-      Haymana Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü Selçuk Kurt’un erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarıyla şikayet edilmesi sürecinin ne öncesinde ne başlangıcında ne de çocukların ifadelerinin alınmasında yer aldım. Sözünü ettiğim süreçlerin hiçbir aşamasında dahlim ve müdahalem olmadı. Ancak açıkça hedef olarak gösterilip, olaya bir komplo süsü verilerek, hakaretlere, küfürlere ve tehditlere maruz bırakıldığım andan itibaren, başta Selçuk Kurt’un sözleri olmak üzere hakkımda söylenen yalanlara karşı cevap hakkımı kullandım. Yazdıklarımı dikkatle okuyanlar, bunların hiçbirinde de şikayetçi öğrenci, öğretmen ve veli sayısından söz etmediğimi fark edebilirler. (Sayılar, yalnızca olaya ilişkin paylaştığım gazete haberlerinde yer almıştır. Bu da benim sorunum değildir.) Aşağıdaki satırlarda ilk kez Selçuk Kurt hakkında güvenilir kaynaklardan edindiğim şikayet sayısını telaffuz edeceğim.

Ancak olay dallanıp budaklandıkça, soruşturmayı yürüten savcılık ciddi delil ve ifadelere ulaştıkça, birilerinin “100 değil”, birilerinin “bir şikayetçi var, o da öğrenci değil”, bir başkasının “üç dört şikayetçi var” gibi ifadelerle olayı küçümseyip önemsizleştirerek, yalan ve iftiralarla üzerini örtmeye ve özellikle Haymana kamuoyunu bilinçli olarak yanıltmaya, yanlış yönlendirmeye girişmeleriyle birlikte, gazeteci refleksiyle hareket etmeye başladım. Sanki cinsel taciz ve cinsel istismara uğrayan öğrenci sayısının bir ya da iki olması olayın vahametini ortadan kaldıracakmış gibi…

Neden gazeteci refleksi diyecek olanlara yanıtım şudur: Benim kitaplarımı okuyanlar, oralarda yer alan özgeçmiş bilgilerinden eski bir gazeteci olduğumu, gazeteciliği de çok sevdiğimi bilirler. Dolayısıyla, gazetecilik duyarlılığıyla soruna yaklaşıp birçok kaynağa ulaşınca edindiğim bilgiler, Selçuk Kurt hakkında yapılan şikayetlerin birle de üç-dörtle de sınırlı olmadığını ortaya koydu. Bazı kaynaklardan aldığım bilgilere göre, söz konusu şahıs hakkındaki öğrenci-öğretmen-veli şikayeti sayısı 102. Hatta aynı kaynakların dediğine göre, 102’nin de çok üzerinde. Ancak birçok şikayet dilekçesi güvenilir bulunmadığı için hakkında herhangi bir işlem yapılmamış.

Buraya kadar anlattıklarımın daha teferruatlısını biliyor olduğunuzu düşündüğüm için, bu noktada sorulara geçiyorum:

Okul pansiyonunda erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarıyla ayyuka çıkan bu vahim ve iğrenç olayda asıl sorumlu yalnızca Selçuk Kurt mudur?

Yaklaşık iki buçuk yıldır, haftanın neredeyse dört-beş gününü pansiyonda kurduğu özel yatak odasında geçiren Selçuk Kurt hakkında tek bir işlem yapmayan, başta Enver Yurttaş olmak üzere, Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, hatta benim şikayet dilekçem üzerine alınan ifademde müfettişlere belirtmiş olmama rağmen harekete geçmeyen Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin hiç mi suçu yoktur?

Askerlik yapanlar bilir. Derler ki, “Altını tutamayan adamdan komutan olmaz.” Bu sözü hem gerçek hem de mecazi anlamıyla düşünün. Buradan hareketle, altını tutamayan birinden yönetici, idareci, müdür, vb olmaz. Eğer bir biçimde olmuşsa ve “Bilmiyordum, Görmüyordum. Duymuyordum” sözlerine sığınıyorsa, bilin ki o kişi ya da kişiler açıkça yalan söylüyor, olup biteni kapatmaya çalışıyor veyahut da olayın suç ortağıdır. Hele hele Haymana gibi küçücük bir yerde İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri yukarıdaki sözleri ediyorsa, işin içinde mutlaka küçük ya da büyük bir bit yeniği vardır. Bunun da öncelikli sorumlusu, gece gündüz pansiyonda kalan Selçuk Kurt hakkında zerre bir işlem başlatmayan Enver Yurtdaş’tır.

Keza; Enver Yurtdaş, bu olay bağlamında yalnızca Selçuk Kurt hakkında herhangi bir işlem başlatmamakla kalmamıştır. Aynı zamanda Selçuk Kurt’la kader birliği yapmışçasına, onun kuyruğu haline gelen ve bir özel yatak odası da kendisine kuran, bir başka idareci hakkında da işlem yapmamıştır.

Peki; Selçuk Kurt’un dışında, pansiyonda özel yatak odası olan ikinci idareci kimdir? Bu özel yatak odası, Selçuk Kurt’la ya da başkalarıyla herhangi bir özel ilişkinin alanı olmuş mudur? İki yetişkin olarak ne yapıp yapmayacaklarına kendileri karar verebilecek olsalar da Selçuk Kurt’la bu idarecinin arasındaki akçeli ya da fiziksel ve duygusal anlamda herhangi bir ilişkinin derecesi nedir? Bir kez daha söylüyorum, iki yetişkin olarak ne yapıp yapmayacaklarına kendileri karar verebilecek olsalar da yaşadıkları ya da yaşamayı düşündükleri neyse, bunun yeri sabi sübyan çocukların yatıp kalktıkları pansiyonda kurdukları özel yatak odaları mıdır? Ki hem müdürün hem de bir başka idarecinin pansiyonda özel yatak odası kurarak orada yatıp kalkmaları yasal değildir. Peki bunu, başta Enver Yurtdaş olmak üzere İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri bilmiyor olabilirler mi? Elbette ki HAYIR! O halde soru şudur: Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürü Enver Yurtdaş ve diğer yetkililer bu konuda neden hiçbir şey yapmadılar?

Dahası; Enver Yurttaş ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde kümelenmiş sıfatzedeler, cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarıyla Haymana’dan taşıp Türkiye’de yankılanan olay basına düşünceye, hatta onun da öncesinde 20 Ocak 2017 tarihine kadar Selçuk Kurt hakkında yapılan kaç şikayeti, ilçenin ilgili kurulunda aldıkları “Yeni bir işlem tesisine gerek görülmemiştir” diyerek kapattı? Bunlar hangi maddi ya da manevi diyet karşılığında yapıldı? Acaba Selçuk Kurt’un, pansiyonda iyi yemek çıktığında sık sık konuk ettiği insanlar arasında bu kuruldan ya da muhakkiklerden hangileri yer aldı? Bunların hiçbiri yersiz, mesnetsiz sorular değildir. İlgililer ve sorumlular, kamera kayıtlarını incelediğinde her biri tek tek tespit edilecektir. Keza kameralar, eğer birileri tarafından kapatılmıyorsa ya da kapatılmadıysa, yukarıda zikrettiğim özel yatak odalarının varlığı da… Selçuk Kurt’un, gece yarıları özel yatak odasına çağırdığı öğrencilerin kimler olduğu da…

2-) 13 Şubat gecesi, hakkımda yalan ve iftira kampanyası yürüten, hakaretler ve küfürlerle, kendilerince beni hedef tahtasına dönüştüren çemişler, hızlarını alamayıp işi “İki kişiyle birlikte gözaltına alındığıma” kadar vardırdılar. Hatta bu yalanı haberleştirip, işin aslını astarını araştırma gereği bile duymayan paravan internet sitelerinde, bazı gazetelerde yayınlattılar. Bu yalanı facebook’ta yazıp paylaşmaya başlamalarının üzerinden bir saat bile geçmeden, uygun bir dille açıklama yaptım. Neyse… Hadi çemişlerin, tasmalı çomarların işi bu diyelim. Onların efendi bellediklerine hizmette sınır tanımadıkları herkesin malumu…

Peki; bu çemişlerin yalan haberini paylaşan, erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddialarını karartacak bir adım atan Haymana İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü sıfatını taşıyan Mehmet Altındağ’ın yaptığına ne demeli? Acaba Mehmet Altındağ’ın kamuoyunu yanlış yönlendirmeye, olayın ciddiyetine gölge düşürmeye dönük hareketinin altında yatan asıl neden nedir? Kime ya da kimlere yaranma, hizmet etme telaşıyla bu işi yapmıştır?

Benim facebook sayfamda, yalnızca arkadaşlarımı ilgilendiren, hukuken hiçbir suç unsuru barındırmayan paylaşımlarımı bile “basına, televizyonlara demeç verme” kategorisine sokarak cezalandıran Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Mehmet Altındağ’ın bu baştan sona yalan ve yanlış bilgiler içeren paylaşımı konusunda neden kılını kıpırdatamamaktadır? Enver Yurttaş’ın, özellikle Mehmet Altındağ konusunda elini kolunu bağlayan nedir?

Siz şimdi diyeceksiniz ki, “Hocam Mehmet Altındağ’a gelinceye kadar Enver Yurttaş neler neler yapmadı ki…” Ben de diyeceğim ki “Biliyorum!” Biliyorum bilmesine de… Ancak, Mehmet Altındağ karşısında elleri ayakları tutmayan, dilleri bağlanan Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nden birileri, başkaları hakkında karalama kampanyası yürütebilmek için, ilgili şahısların dosyalarından geçmiş olaylarla ilgili belge ve bilgilerin fotokopilerini çekip sağa sola dağıtmakta çok, hem de çok mahir… İnsan bunları bilince, merakla sormaktan kendini alamıyor: Acaba, Selçuk Kurt’un özlük dosyasından Edirne’de öğrencisine cinsel tacizden aldığı cezayı yok ederek, onun Nuri Bektaş Anadolu Lisesi’ne müdür olarak atanmasını sağlayanlar da aynı maharet ehli midir? Peki; kim soracak, kim verecek bunun hesabını?

Sıfatı şube müdürü olan Mehmet Altındağ’a dönelim: 15 Mart 2017 tarihinde Çarşamba günü, Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nde Mehmet Altındağ’la karşılaştık. Hem de kendi odasında ve başka kişilerin de olduğu bir ortamda… Mehmet Altındağ’a sordum: Hocam, “Gözaltına alındığıma dair” yalan bir haberi neden paylaştın? Hem bir gazeteci hem bir felsefeci olarak size yakışıyor mu bu?

Mehmet Altındağ, özür dileyeceğine, “yanlış yaptım kusura bakma hocam” diyeceğine, ne dedi biliyor musunuz? Sözlerini aynen aktarıyorum: Ahlaken paylaşmam gerekiyordu. 
Peki; şube müdürü sıfatını taşıyan, öğretmen, hem de felsefe öğretmeni sıfatını taşıyan, dahası gazeteci de olduğunu söyleyen Mehmet Altındağ, Selçuk Kurt’u kastederek, olayların müsebbibi benmişim gibi, “Hocam bu olayı fazla uzatmasanız. Çocuk zaten yeterince mağdur oldu.”

Buyurun! Milli Eğitim Müdürlükleri ve okullar, okullardaki çocuklar, yalnız Enver Yurtdaş gibilere değil, aynı zamanda Mehmet Altındağ gibilere de emanet! Bunlar korunup kollanması için kendilerine emanet edilen, cinsel tacize, cinsel istismara uğradık diye yırtınan çocukların, öğrencilerin yaşadıkları acıları, ömürleri boyunca taşıyacakları travmaları değil, ciddi iddia ve bulgular karşısında tutuklanan ve sanık sandalyesinde oturanın mağduriyetini düşünüyorlar.

Peki; bu yaklaşım, hangi nedenlerle ve nasıl bir kabul ve algıyla sakatlanmış zihnin ürünüdür? Peki; bu yaklaşımın ardında ödenmek istenen hangi diyet ya da çıkar vardır? Peki; bu yaklaşıma sahip insanlara, bu yaklaşımın egemen olduğu kurum ve yöneticilere, çocuklar ve öğrenciler emanet edilebilir mi? Elbette ki HAYIR… Hem de binlerce, milyonlarca kez HAYIR!

3-) Söylenecek çok söz olduğu için açıklamalar fazla uzadı. Kusura bakmayın! Bundan dolayı şimdilik, bu üçüncüsü, son olsun…

O halde gelelim asıl bombaya… Selçuk Kurt’un erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismarda bulunduğuna ilişkin iddiaların ardından açığa alınmasından sonra, okul idaresinden geriye kalanların bazıları panikledi. Hem de öyle böyle panikleme değil. Gözü dönmüşçesine, pervasızca ve hiddetle, öğrencileri, özellikle de ifadeleriyle cinsel taciz ve cinsel istismarda adları öne çıkan öğrencileri baskı altına almaya yöneldiler.

Özellikle müdür yardımcılarından biri, Selçuk Kurt’la akçeli, fiziksel ya da duygusal hangi düzeyde özel ilişkiler yaşıyorsa, söz konusu öğrencilerden 8-10 kişiyi yemekhaneye erkek girişi tarafındaki televizyon izleme salonunda toplayarak, tüm hiddetiyle “Öyleyse de inkar edeceksiniz” dedi. Ağzından dökülen diğer sözler bir yana, yalnızca bu söz bile kendi başına önemlidir.

Peki; bu müdür yardımcısı kimdir? Erkek midir, dişi midir? Erkekse de dişiyse de cinsel taciz ve cinsel istismar gibi önemli ve vahim bir iddiayla açığa alınıp sonra da tutuklanan okul müdürünü, bir müdür yardımcısı nasıl bu denli şiddetle, tutkuyla savunur? Nasıl olur da öğrencileri koruması gerekirken, olayı karartmak için öğrencilerden olup biteni inkar etmelerini isteyebilir?
Bir müdür yardımcısının, böylesi militanca ve tutkulu bir davranışa yönelmesinin altında, Selçuk Kurt’la kurduğu ya da yaşadığı hangi türden özel ilişkiler yatıyor olabilir? Elbette işin bu boyutu, öncelikle ilgili müdür yardımcısının eşini ilgilendirir. Beni ilgilendirense asıl olarak öğrenciler ve işin hukuki boyutudur.

Bu olay, okul müdürlüğüne Hilmi Tekçe’nin getirilmesinden sonra ve eğer o anda bazı müdür yardımcısı ya da öğretmenler tarafından kapatılmadıysa kameralar önünde gerçekleşmiştir.

Bu durumda, söz konusu müdür yardımcısı, öğrencileri cinsel taciz ve cinsel istismar olayı karşısında, “Öyleyse de inkar edeceksiniz” diyerek tehdit ederken, eğer kameralar kapatıldıysa, o kameraları hangi müdür yardımcısı ya da öğretmenler kapatmıştır? Tıpkı öğrencileri tehdit eden müdür yardımcısı gibi, eğer kameraları kapattılar ya da görüntü almasını engelledilerse, bu kişi ya da kişilerle Selçuk Kurt arasındaki özel ilişkinin boyutu nedir? Bu pervasızlık neyin, hangi çıkar ya da diyetin karşılığında yapılmıştır?

Buradan hareketle, önce Hilmi Tekçe’den başlayalım:

Söz konusu olayın gizli saklı, dahası zerre savunulabilecek hiçbir yanı yoktur. Bu noktadan hareketle, Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü Hilmi Tekçe, ilgili müdür yardımcıları hakkında hangi işlemleri yapmıştır? Eğer bu yazının paylaşıma sokulduğu ana kadar herhangi bir işlem yapmadıysa bunun nedeni nedir? Eğer bir işlem yapıldıysa, öğrencilerin üzerinde ifadelerini inkar etmeleri yönünde baskı kurmak için onları tehdit eden müdür yardımcısı neden hala görevde?

“Görmedim. Duymadım. Bilmiyorum” sözleri mazeret değildir. Eğer ilgili müdür yardımcıları hakkında herhangi bir işlem yapmadıysa Hilmi Tekçe, yalnızca bu işten sorumlu değil, aynı zamanda doğrudan ya da dolaylı bu işin ortağıdır. Acilen gereği yapılmalıdır, diyeceğim ama gereğini kim ya da kimler yapacak?

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri mi? Yoksa Enver Yurtdaş mı? Boşuna heveslenmeyin! Çünkü onlar kış uykusunu ayakta ve gözleri açık geçiren bakarkörlere dönüşmüştür. Zaten, eğer gereğini yapabilme iradeleri olsa, daha önceki olayları kapatmamayı tercih etselerdi, bu vahim olay belki de hiç gerçekleşmeyecekti.

Şimdi soru şudur:
Peki; benim bile Haymana’dan bunca uzaktayken bilebildiğim, duyabildiğim, öğrencileri tehdit ederek ifadelerini değiştirmeye zorlama olayının failini ismiyle zikredebileceğim aşikârken, nasıl oluyor da başta Hilmi Tekçe, sonra da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri ve müdür olarak da Enver Yurtdaş bunlardan bihaber olabiliyor?

Peki; Haymana’da konuşulan ve hiçbir gazetecinin yazmadığı ya da yazmaya yanaşmadığı bu olayı gerçekleştiren idareci ve öğretmenleri Hilmi Tekçe ve Haymana Milli Eğitim Müdürlüğü bilmiyor olabilir mi? Eğer işitme organlarını aldırmadıysalar, elbette ki yanıtı koskocaman bir “HAYIR”dır bu sorunun.

O halde neden acilen bir işlem yapmıyorlar? Söz konusu idarecilerin olayı karartma girişimleri apaçık ortadayken, neden hala görevlerine devam etmeleri sağlanıyor?

Soruları daha fazla uzatmak olası ama şimdilik yeter! Ben kendi tahminimi söyleyeyim ve sonra da son bir soruyla kapatayım.

Önce tahminim: Erkek öğrencilere cinsel taciz ve cinsel istismar iddiaları karşısında okul idaresinin ve Haymana İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerinin tutumu, olayı örtbas etme konusunda, birbirlerini kollayıcı kolektif bir anlayış ve davranış birliği içerisinde oldukları yönündedir. Eğer aksi bir anlayış ve davranışa sahip olsalardı, çoktan ilgili müdür yardımcıları konusunda soruşturma başlatılır ve acilen de geçici olarak görevden el çektirilirdi.

Son soru: Öğrencileri, Selçuk Kurt’la kurulan / yaşanılan hangi akçeli ya da fiziksel, duygusal nitelikli özel ilişkinin hatırınaysa, “Öyleyse de inkar edeceksiniz” diyerek tehdit eden müdür yardımcısı kimdir? Erkek midir yoksa dişi mi?

Şimdilik bu kadar…










Hiç yorum yok: