23 Şubat 2017

SAVUNMAMDIR


“Savunma”mdır
                                        
                                "Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi,Farisi bilmem, dile minnet eylemem
  Sırat-ı Müstakim üzere gözetirim rahimi
                                            Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem"
 
Bugün buldum bugün yerim,Hak kerimdir yarına Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına Zerrece tamahım yoktur şu Dünya varına 
 Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem"
Nesimi
 


Konu: 03.02.2017 tarih ve 49850909-E.1420255 Sayılı Yazınız Hakkında.


Yukarıda sayı ve tarihi belirtilen yazınızda, “Ankara Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 31.01.2017 tarih ve 903.08.02-1247180 sayılı” yazısına atıfla, “Maarif Müfettişleri Başkanlığı tarafından yapılan inceleme/soruşturma sonucunda düzenlenen 30/01/2017 tarih ve 663.07/13 sayılı raporda” hakkımda tespit edildiği ileri sürülen ve “sûbuta” erdiği iddiasıyla cezalandırılmam gerektiği belirtilen hususlar, kısaca dört maddede toplanmıştır. Bunları sırasıyla yanıtlıyorum:

1-) 657 sayılı DMK’nın 125/B-d kapsamında yer aldığı iddia edilen yani “Hizmet dışında Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunmak” olarak nitelenen, “BİRGÜN Gazetesinin “Kandil Orucu” haberini”, kandil ve kandil orucuna ilişkin ilahiyatçı düşünürler ve akademisyenlerin görüşlerini içeren videoları paylaşmanın hem hukuki, hem de ahlaki anlamda hiçbir suç vasfı yoktur. Eğer hem haberin hem de diğer paylaşımların bir suç vasfı olsaydı ya da birilerinin istedikleri zaman canlarının istedikleri yöne çekerek iddia ettikleri gibi “milli ve dini anlamda manevi değerlere” aykırı olsaydı, sıra bana gelinceye dek çoktan cezalandırılır veya yasaklanırdı. Kaldı ki özellikle facebook sayfam bağlamındaki paylaşımların tamamı benim özel alanım kapsamındadır. Bu sayfadaki kişiler ya beni seçmiş, listemde yer almayı istemiştir ya da benim tarafımdan seçilmiştir. 

Dolayısıyla bu sayfadaki paylaşımlar, yasalara aykırı olmadığı, haklarında bir yasaklama ve cezalandırma bulunmadığı, insanları herhangi bir suça teşvik etmediği, devlet memurunun itibarını zedeleyecek (örneğin şu günlerde Haymana’dan taşıp Türkiye gündemini meşgul eden çocuklar ve öğrenciler başta olmak üzere herhangi bir kişiye cinsel taciz, cinsel istismar ve tecavüz gibi… Keza herhangi bir tacizciyi, istismarcıyı susarak da olsa koruyup kollamak gibi) bir nitelik taşımadığı sürece, yalnızca “facebook arkadaş listemde” bulunan insanları ilgilendirir. Yani sıfatı, statüsü öğretmen de olsa, müdür ya da herhangi bir makamdaki eğitimci de olsa herhangi bir muhbir vatandaşı ya da zerzavatı ilgilendirmez. Ve cezalandırılmam talep edilen paylaşımların hiçbiri de bu anlamda ne bir suç konusudur, ne de yasaktır. Hele hele devlet memurunun itibarını zedelemek gibi yüz kızartıcı bir niteliğe hiç sahip değildir. 

İlgili paragrafta yer alan ve “ya ondadır ya şunda” anlayışıyla birçok konunun yanına iliştirilmiş olan “hükümet hakkında” sözünün ise hiçbir somut karşılığı yoktur. Zaten böylesi en küçük bir ihtimal olsaydı, sıfatlarının, statülerinin, oturdukları koltukların ardına saklanarak kendini bir halt sanan bilumum zerzavat, uydurma ve zorlama idari şikâyetlerle yetinmez, çoktan kolları sıvayıp birilerine yaranmak adına mahkemelere koşardı. Malumunuz olduğu ve yakînen bildiğiniz gibi, ne kadar yırtınsalar, akıl ve mantık sınırlarını zorlasalar da böyle bir şey gerçekleşmedi. Çünkü ben ne hizmet içinde ne de hizmet dışında “Devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte” herhangi bir davranışta bulundum. Velhasıl bu madde kapsamında “sûbuta er”diği iddia edilen fiillerin hiçbir suç niteliği yoktur. 

2-)  Yukarıda sayı ve tarihi yer alan yazınızda  manevi değerlerimize hakaret ettiği düşünülen yazı ve görsel sayfanızdaki yazıların sûbuta erdiği, fiilin 125/B-m maddesi kapsamına girdiği” ifadesini kullanıyorsunuz. Bu konuya bir yanıt vermeden önce, kendi yazdığınızı kendiniz doğru okuyup doğru anlayın diye şunun altını çizelim: 

İddia edilen fiilin kapsamına girdiğini söylediğiniz madde, yani 125/B-m, “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek.” hükmünü taşıyor. (“El insaf!” diyerek yanıta girişmemek için kendimi zor tutuyorum. Ama yine de akıl ve mantık ilkelerini yerle yeksan eyleyen yaklaşıma rağmen susuyor ve devam ediyorum.) Demeç vermekle, yani gazete, dergi, radyo ya da televizyonlara doğrudan açıklamada bulunmakla, facebook sayfasında paylaşımda bulunmayı birbirine karıştırmak ilkokul, hadi bıraktım ilkokulu, ortaokul öğrencisinin bile yapmayacağı bir şeydir. 

Lakin ikisini birbirinden ayırmayı beceremeyen, ikisinin arasındaki farkı kavrayamayanların, sıfatlarından, statülerinden, makamlarından dolayı kendilerini bir halt sanan, adının önünde “öğretmen”, “idareci”, “müdür”, “eğitimci” vb etiketi taşıyan, hak etmedikleri halde elde ettikleri sıfat, statü ve makamı kaybetmemek için ona buna eğile eğile, el etek öpe öpe bir hal olmuş her soydan ve boydan zerzevatın, her yerde olduğu gibi, eğitim camiasının her kademesinde arz- endam eylediği bir zamanda, ne yazık ki bunlar gayet normalleşmiştir (Ama yine de sizler alınmayın!). Bundan dolayı, sizin yukarıda saydıklarımdan olmamanızı ve bir yanlış yapmamanızı dileyerek, iyice kavranıp anlaşılsın diye bir kez daha facebook sayfamın, bana ait özel, kişisel, yani zati bir alan olduğunu belirterek ekliyorum: 

Ben yalnızca sizin manevi değerlerinize değil, hiç kimsenin manevi değerlerine hakaret etmem ve etmedim de… Çünkü bu, benim insana bakışımın gereğidir (En alttan en üste kadar beni, uydurma iddialarla şikâyet ederek kendini bir şey sanan muhbir vatandaşların, muhtemelen sizlerin de bakışına benzemez). Bu bakış, yani benim bakışım, bir kişiye, sıfatından, statüsünden ya da makamından dolayı değil, önce insan olduğu için değer vermeyi içerir. Yani ben bir insanın değerini, sıfatı ya da statüsünden değil, insan olmasından başlatır, onu değeri ve değerleriyle birlikte değerlendiririm. Bundan dolayı da hiç kimsenin manevi değerlerine hakaret etmem söz konusu değildir. Ama buna rağmen, “facebook arkadaş listemde” olmadığı halde, muhbir vatandaşlık yapmak için gizli gizli paylaşımlarımı takip ederek alınganlık gösterenler varsa, bu da onların sorunudur. Dahası onların seviyesinin hangi çukurların diplerinde gezindiğinin göstergesidir. Umarım bu savunmayı okuyup değerlendirecek olanlar bu niteliklere haiz değildir. Ve bu “sûbuta er”diği söylenerek cezalandırılması gerektiği belirtilen ve gerçekleşmemiş, suç niteliği olmayan bir fiille, işaret edilen ceza maddesinin arasında bir ilişki kurabilmenin “deveye hendek atlatmaktan zor” bir iş olduğunu kavrayabilirler.

Cumhurbaşkanı ve hükümete hakaret iddiasına gelince: Cumhurbaşkanı ve hükümete ilişkin hakaret niteliğinde herhangi bir paylaşımda bulunmadığım gibi, hakaret kastı olarak yorumlanabilecek bir paylaşımım da olmadı. Eğer böyle bir paylaşımım olsaydı, sıfatı öğretmen, statüsü müdür, vb olan işgüzar muhbir vatandaşlardan önce başta cumhurbaşkanı olmak üzere ilgililer çoktan harekete geçer, hem de idari değil, adli ceza davaları açar, bunlar da bir yıl bile sürmez, kısa zamanda sonuçlanır ve ben, çoktan cezalandırılmış olurdum. Yani bu iş Haymana’da görev yapan, işi öğretmenlik, idarecilik ve eğitimcilikten çok muhbirlik olan çemişlerine kalmazdı. Dolayısıyla cumhurbaşkanı ve hükümete hakaret içeren herhangi bir paylaşımın da sayfamda yer alması söz konusu değildir ki eğer böyle bir şey olsaydı da bu, demeç vermeyi düzenleyen 657 sayılı DMK’nın 125/B-m maddesinin kapsamına girmezdi. 

Bunun yanı sıra, unutulmamalıdır ki, iddialarda benim paylaşımlarımın hangi cumhurbaşkanına yönelik olduğu açık değildir. Kendini öğretmen, idareci, müdür, vb sanan ve sıfatlar bataklığında çırpınan muhbir vatandaşların kastı Recep Tayyip Erdoğan’sa şayet, bilinmelidir ki ne benim Lağımpaşalı kitabını yazdığım 2011 yılında ne de iddia edilen paylaşımları yaptığım, makaleleri yazdığım tarihte, söz konusu kişi cumhurbaşkanıydı. Aksine Erdoğan başbakandı ve Abdullah Gül de cumhurbaşkanıydı. Buna rağmen, yine de belirteyim ki kimsenin hevesi kursağında kalmasın: Ben bir felsefeciyim. Ne yazdığımı da ne yazacağımı da iyi bilirim. Hangi kavramı nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağımı da… Keza akıl ve mantık ilkelerini de… 

Buradan hareketle; bir felsefeci olarak benim, eğitim başta olmak üzere toplumsal hayatın, eğitim, siyaset, ekonomi, din, ahlâk, hukuk, vb birçok alanına ilişkin eleştirel, sorgulayıcı düşüncelerimin olmasından, bunları gazete, dergilerde makale olarak ya da kitap olarak yazıp yayınlamamdan daha doğal bir şey yoktur. Söz konusu makale ya da kitapların herhangi birinde yasal olarak suç niteliği bulunduğunda da bunu değerlendirip cezalandıracak olan merci, basın savcılığı aracılığıyla mahkemelerdir. Durumdan vazife çıkararak, muhbir vatandaşlığa soyunan zerzevatlar gibi, birilerine yaranmak adına sansürcülüğe soyunan çemişler değil. Çünkü o çemişlerin aklı bu işlere ermez. Kaldı ki bugüne dek yazdığım makale ve kitaplar hakkında ne basın savcılıkları tarafından ne de mahkemeler tarafından herhangi bir yasal işlem yapılmıştır. 

Keza, felsefi anlamda eleştirel, sorgulayıcı düşüncelerin kapsamına girmeyecek herhangi bir alandan ya da kurumdan da söz edilemez. Çünkü felsefenin, dolayısıyla felsefecinin eleştiriye tabii tutamayacağı, sorgulayamayacağı hiçbir şey yoktur. Aklınıza gelen ya da gelmeyen her şey buna dâhildir. Yeter ki zamanı, mekânı ve bağlamı denk gelsin, bir problem edinilsin. Yeri gelmişken belirteyim: Özellikle bu savunmada yer alan “ne … ne de”li cümlelerin mutlaka bir edebiyat ya da Türkçe öğretmeniyle birlikte değerlendirilmesini talep ediyorum. Çünkü birilerinin aradaki ilişkiyi kavrayamayıp hem beni hem de kendilerini sıkıntıya sokacak sonuçlar çıkarmasını istemem.

3-) “Aşk Mavidir Öğretmenim” kitabı hakkında ileri sürülen iddialar ise tam bir sansürcülük mantığının göstergesi olarak, 240 sayfalık kitaptan bazı sözcük ya da cümle öbeklerinin ki 191. sayfa itibariyle de bir kahramanın konuşmasının cımbızlanmasına dayanmaktadır. Öncelikle bu kitabın onca sayfası içinde şikâyete konu olabilecek herhangi bir şey bulabilmek için, tıpkı kilerde yiyecek arayan bir fare misali, kitabı satır satır okuyan tüm zerzevata teşekkür ederim. Ancak aynı teşekkürü, ne yazık ki söz konusu zerzevatın iddiasına mal bulmuş mağribi gibi sarılarak, soruşturma konusu yapan çemişler için telaffuz edemiyorum. 

Bu madde bağlamında bilmeniz gereken ilk şey, “Aşk Mavidir Öğretmenim”in okullarda okutulmak amacıyla hazırlanmış bir ders kitabı ya da yardımcı kaynak kitap olmadığıdır. İkincisi bu kitabın asıl olarak fiksiyonel, düşünsel ve kurgusal bir nitelik taşımasıdır. Olay ve kahramanları hayalidir. Çünkü hiçbir öyküde, romanda, vb eserde ne gerçek kişiler var olabilir ne de gerçeğin kendisi… Daha fazla uzatabilirim. Ancak, bu saçma sapan iddialara ilişkin artık kendimi daha da fazla yormamak için hemen bilinmesi gereken üçüncü hususa geçiyorum: “Aşk Mavidir Öğretmenim” şikâyeti konusunda benim ifadem dahi alınmamıştır. Bu husus dosya incelendiğinde apaçık görülecektir. 

Oysa bir iddia ve suçlama yöneltildiğinde, öncelikle suçlamaya muhatap olan kişinin suç teşkil ettiği ileri sürülen eylemi hakkında ifadesine başvurulur. Neyle suçlandığı belirtilir, bildirilir. “Şu sözler kitapta bulunmaktadır” o halde fiil “Sûbuta” ermiştir gibi saçma sapan bir değerlendirme yapılamaz. Kaldı ki bu bir romandır ve olaylar, sorunlar karşısında birbirinden farklı düşünen, farklı değerlendirmeler yapan, birbirinden farklı dünya görüşlerine, inançlara, siyasi düşüncelere sahip kişiler içerir. Birinin “ak” dediğine bir başkası, bir başka sayfada “kara” diyebilir. Bunlardan herhangi birini referans alarak suç niteliği taşıyan bir eylemin “sûbuta er”diği hükmü kurulamayacağı gibi, herhangi bir ceza da tesis edilemez. Bu bağlamda neyle suçlandığımı bile bilmediğim bir konuda tek satır dahi ifadem alınmadan, kitapta yazılı olduğu için “sûbuta er”diği söylenen 38. ve 191. sayfadaki sözler hakkında bir disiplin cezası gerektiğine hükmetmek, yargısız infazdan öte bir şey değildir. Cümledeki “yargısız” sözü lafın gelişi olup, aslında, bana illâhi bir ceza vermek kabulü ve önyargısıyla hareket edenlerin çaresizce çırpınmalarının göstergesidir. 

Hele hele “Kur’an-ı Kerim ve toplumsal hayata dair kurulları” hakkındaki ifadelerin sûbuta erdiği” iddiası ise evlere şenlik. Bu ifadeyi yazanlara sormak gerek: Kur’an-ı Kerim’in toplumsal hayata dair hangi kurulları varmış ki roman kahramanları bu kurullara ilişkin bir eylemde bulunmuş olsun? Tasavvuf ve kelam hareketlerinin, mezhep ve tarikatların teolojik ve felsefi anlamdaki değerlendirme ve görüşlerini, ne denli mürekkep yalamış olsalar da tam bir cahil-i cühelalık örneği olarak,  “Kur’an-ı Kerim ve toplumsal hayata dair kurulları”na ilişkin hakaret, aşağılama, vb nitelemelerle algılayıp anlamlandırmak ise herhalde aymaz bir ucubeliğin dik âlâsıdır. Ne yazık ki bu ucubelik de okuduğunu anlama özürlü muhbir vatandaşların sözünün ardına takılarak, “Aşk Mavidir Öğretmenim” hakkında soruşturma açma densizliğini yapanlara, ifademi bile alma gereği duymadan suçlamaların “sûbuta er”diğine hükmederek cezalandırılmam gerektiğine karar verenlere nasip olmuştur.

Bunların yanı sıra, “Aşk Mavidir Öğretmenim” romanının yayımlanmasının üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Türkiye’de basımı ve dağıtımı yapılan tüm yayınlar gibi, “Aşk Mavidir Öğretmenim” de bu tür yayınları inceleyen başta basın savcılığı olmak üzere, resmi kurumlara gitmiştir. Onların incelemelerinin konusu olmuştur. Buna rağmen bugüne dek hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır. Hal böyleyken, şikâyetçi olan kiler farelerinin sözüne, malumatlarına güvenip “Aşk Mavidir Öğretmenim”e soruşturma açıp, sonra da yazarının ifadesi bile alınmadan onu yargılayıp suçlu ilan etmek, dar kafalı, mankafa bir sansürcü zihniyetin eriştiği nokta itibariyle ibretliktir. Bu konuda son sözüm şudur: Eğer şikâyetçi, muhbir kiler farelerinin sözüne inanan ve güvenenler “Aşk Mavidir Öğretmenim”e soruşturma açılmasını isteyebilecek, dahası yazarına ceza verilmesini talep edebilecek kadar kendilerinden eminseler, zorlama idari cezalarla uğraşmasınlar ve sorunu doğrudan adli yargıya taşısınlar. Eğer bunu yapabilecek kadar kendilerine güvenmiyorlarsa da sansürcülüğe yeltenmesinler.

4-) Üçüncü maddede yazdığım husus, bu maddedeki iddialar için de geçerlidir. Yani bu konuda da ifadem alınmamıştır. İfademe bile başvurulmadan, işin aslı astarının ne olduğu bile sorup öğrenilmeden tam bir önyargıyla hüküm kurulmuş ve 657 sayılı DMK’nın 125/B-m maddesi kapsamında cezalandırılmam talep edilmiştir. Ancak benim başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere, herhangi bir internet sitesine doğrudan demeç vermem söz konusu olmamıştır. Eğer ifadem alınsaydı bu konu açığa çıkardı. Haberlerde benim ağzımdan yazılan ve bana atfedilen satırlar, ikinci üçüncü şahıslar aracılığıyla basına aktarılan bilgilere dayanmaktadır. Yakından takip ettiğiniz, hatta şikâyetin ve soruşturmanın tarafı olduğunuz için malumunuz olduğu üzere; el çabukluğu marifet anlayışıyla Nuri Bektaş Anadolu Lisesi Müdürü Selçuk Kurt’un “Kandil Orucu” vesilesiyle, oruç tutmayan öğrencilere sabah kahvaltısı çıkartmama suçunu örtbas etmek ve olayın yönünü değiştirmek maksadıyla başlatılan ve yanına eklenen bir dizi dolgu malzemesi iddianın yanı sıra, asıl olarak, 2011 yılında yazılıp basımı yapılan Lağımpaşalı adlı kitabımla “cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet yetkililerine hakaret” ettiğim kılıfına sarıp sarmalanan bu sürece ilişkin ilk ifade 17 Şubat 2016 tarihinde alınmıştır. 

Ben de Lağımpaşalı’nın, söz konusu iddiayla soruşturma konusu yapıldığını, aynı akşam kitabın yayıncısına ilettim. Bunun üzerine yayıncım acilen Türkiye Yayıncılar Birliği’ni bilgilendireceğini belirtti. Bu bilgilendirme sürecinin ardından hem benimle hem de yayıncımla, Türkiye PEN başta olmak üzere birçok kişi ve kuruluş iletişime geçti. Sorular sordu. Kısa bir süre sonra da Lağımpaşalı soruşturması, hem basında haber olarak yayınlanmaya hem de ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarında yer almaya başladı. Örneğin, Uluslararası PEN’in Lağımpaşalı soruşturmasını da içeren Başbakana yönelik mektubu hem Türkiye’deki bazı gazete ve internet sitelerinde hem de diğer ülkelerde yayımlanan gazetelerde haber olarak yayımlandı. Ama ben bunların hiçbiriyle görüşmedim. Ancak sıfatına, statüsüne güvenerek kendini yetkili sanan zerzavatın akıl mantık ilkelerini alt üst eden mantık silsilesini izlersek buralarda yer alan haberlerden de benim sorumlu olmam gerekir. Ne var ki tıpkı ulusal ve uluslararası rapor ve gazetelerde yer alan bilgi ve haberler için herhangi bir demeç vermem söz konusu olmadığı gibi, özel olarak herhangi bir gazete ya da gazeteciye de doğrudan demeç vermem söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla yayımlanan raporlarda yer alan bilgiler gibi, gazetelerde çıkan haberler de ikinci, üçüncü şahısların aktardığı bilgilere dayanmaktadır.

Yukarıda saydıklarımın yanı sıra, bu nedenle de mucizevi sözcük “sûbuta er”diye sığınılarak gerçekleştiği ileri sürülen fiilleri benim yaptığımı kabul ederek cezalandırılmamı talep etmek de bunun kapsamındaki cezayı tesis etmek de ancak ve ancak, bana yönelik saplantılı ve yanılsamalı önyargının billurlaşmış karşılığı olabilir. Böyleleri için diyebileceğim tek şey, “Allah ıslah etsin!”dir. Ne var ki Allah da bu işlere karışmıyor. Eğer karışsaydı, sıfat, statü ve makamlarının ardına gizlenerek, öğretmenlik ve eğitimcilikten çok muhbir vatandaşlığa, öğrencilere cinsel taciz ve istismara yönelen mankafaları çoktan ıslah ederdi. Malumunuz olduğu gibi Allah ne bunlarla ilgileniyor ne de ıslah ediyor. Bunlar da ağızlarında Allah adını geveleye geveleye işlerini yürütüyor. Ama burada asıl soru şu: Peki; nereye ve ne zamana kadar? Bence hiç kimse bu soruyu unutmasın! O yerin ve zamanın çok uzak olmadığını aklının bir yerine kazısın! Hem de öyle bir kazısın ki o yer ve o zaman kapıyı çaldığında ne “Tövbe”lere sığınılabileceğini düşünsün ne de “Beni aldattılar! Allah affetsinlere!” Daha ötesi laf-ı güzaftır artık.

Sonuç Olarak: Bana yöneltilen haksız ve asılsız, gerçek dışı iddialara rağmen, vereceğiniz ceza ne olursa olsun. Çünkü sıfatlarına, statülerine, makamlarına güvenerek ve bunların ardına saklanarak, şikâyetçi olan, bunların peşine takılarak soruşturma açılmasına karar veren, dahası cezalandırılmam gerektiğine hükmedenlerin hiçbirini önemsemiyorum. Dolayısıyla bunca zerzevatlığın sonunda verilebilecek herhangi bir cezayı da hiç umursamıyorum.

Ancak bilinsin ya da bilinmesin, yalnızca kayıtlara girmesi için yazıyorum:

Ben 19 yıllık öğretmenliğimin, 2010 Kasımından 2014 Kasım sonuna dek, en güzel yıllarını can-ı gönülden bir çalışmayla, Anadolu’nun küçük ilçelerinden biri olan Haymana’da geçirdim. 2014 Aralığından bugüne kadar, elbirliğiyle tarafıma yaşatılan her türlü soruna ve olumsuzluğa rağmen bu gerçek ve hakikat değişmeyecek. Yazacağım romanlardan birinde bu günlerin ve yılların, bana yaşatılan zerzevatlıklar, yalanlar, uydurma ve düzmece soruşturmalarla birlikte mutlaka yer alacağından emin olabilirsiniz. Elbette sıfatlar, statüler bataklığının çürümüş, kokuşmuş cüruf yığını içinde yaşadığı halde, kendini değerli sanan sıfatzedelerin, tacizcilerin, onlara arka çıkan, koruyup kollamak için yırtınanların yer alacağından da…

Karar sizindir. Gereğinin yapılması dileğiyle, bilgilerinize arz olunur.
                                                                                                          
 22 Şubat 2017

NOT: Yukarıdaki, "Nesimi"nin "Minnet Eylemem" türküsündeki dizeler ve kitap kapağı görselleri "Savunma" metninin bloguma eklenmesine bağlı olarak yer almıştır ve takdir edebileceğiniz gibi, idareye verdiğim metinde  yoktur.

Yukarıdaki savunmaya açılan soruşturma sonrasın İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu'na sunduğum savunma... Lütfen okuyun: SAVUNMANIN DA SAVUNMASI

Hiç yorum yok: