20 Temmuz 2014

Filistin! Filistin

Filistin veya neden söz ettiğini bilmek!

Fikret Başkaya

Siyonist İsrail Devleti, belirli aralıklarla Filistin’e saldırıyor. (Son beş yılda bu üçüncü). Saldırmak için her seferinde bir bahane uyduruyor. Çocukları, kadınları, yaşlıları, sivilleri vahşice katlediyor. Masum insanların üzerine bomba yağdırıyor, evleri, okulları, hastaneleri, kamu binalarını yerle bir ediyor, istediği kadar insana işkence uyguluyor, istediği kadarını hapse atıyor, halkı susuz, aç ve ilaçsız bırakıyor, dış dünya ile bağını kesiyor... Bu durum sürekli tekrarlanıyor ve “uluslararası toplum”, denilenin bu insanlık vahşetini uzaktan seyrettiğinden “şikayet” ediliyor... Aslında bu durumun nüanse edilmesi gerekir. Veya iki şey : Birincisi, “uluslararası toplum” dedikleri ABD, Avrupa, biraz da Japonya’dan ibarettir. Dolayısıyla “Uluslararası Topluma” Asya, Afrika, Latin Amerika halkları dahil değildir; ve ikincisi, İsrail’in saldırılarının arkasında, kollektif  emperyalizm denilen üçlü,  ABD, AB, Japonya, bulunuyor. Bu üçlüye Kanada ve Avusturalya’nın da dahil olduğunu söyleyebiliriz... Durum böyleyken, “barıştan”, “çözümden”, “istikrardan”, vb. söz etmek sorunludur. Ya da şeyleri hangi zemin üzerinde tartıştığını bilmek önemlidir.  Tabii, “uluslararası toplum” denilenin de durumdan “üzüntü duyduğu”, “kınadığı” da oluyor ama bunun reel bir karşılığı olması mümkün değildir.


O halde sadede gelebiliriz: Bütün bunlar neden oluyor, nasıl oluyor? Bu insanlık dramı neden sürekli tekrarlanıyor ve işlenen insanlık suçu neden cezasız kalıyor? Neden bu zulüm nerdeyse 66 yıldır aralıksız devam ediyor?

Siyonist devlet bildik devletlerden biri değil. Emperyalist/kolonyalist/kapitalist Batı’nın, işte  Avrupa’nın, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın, Almanya’nın, Japonya’nın, vb. Orta-Doğu’daki sureti. Aslında bunların Orta-Doğu’daki kollektif karakolu veya üssü demek de mümkündür. Bir bakıma üs-devlet... Dolayısıyla yeryüzünün beşeri ve doğal kaynaklarını sömürmeye, yağmalamaya, talan etmeye devam eden, şimdilerde kollektif emperyalizm denilenin bu coğrafyadaki uzantısı. Yaptıklarının onca zamandır hiç bir müeyyideye, hiç bir yaptırıma tabi olmayışının nedeni bu. Siyonist İsrail devletinin arkasında koskoca bir emperyalist blok var. Böyle bir durumda kimi kime şikayet edeceksiniz. Birleşmiş Milletler Örgütü demek de onlar olduğuna göre... BM’nin oldum olası emperyalist statükonun hizmetinde bir örgüt olduğunu hiç bir zaman akıldan çıkarmamak gerekir... Neymiş efendim Amerika’da güçlü Siyonist lobiler varmış da , Amerikan devleti onlara söz geçiremiyormuş da, bu yüzden de Siyonist İsrail devletine söz geçirilemiyormuş! Bu saçmalığa kim inanır. Eğer Siyonist devlet küresel emperyalist sermayeye azıcık da olsa zarar verse, emperyalist çıkarları tehlikeye atsa, o lobilerin esâmesi okunur muydu? Lobiler sermaye adına hareket eden, emperyalizmin hizmetinde olan örgütlerdir. Bunları sermayeden, devletten ayrı şeylermiş gibi düşünmek abesle iştigal etmektir... ABD’de lobiler, büyük sermaye ve devlet bir ve aynı şeydir...

İngilizler daha 1840’lı yıllarda Orta-Doğu’da bir Avrupa devleti kurmayı akıllarına koymuşlardı. Bu amaçları yüzyıl kadar sonra (1948) gerçekleşti. Almanların Yahudi jenosidi fırsata dönüştürüldü ve emperyalizmin bölgedeki uzantısı demek olan Siyonist Devlet, sanki bir organ transplantasyonu, doku nakli gibi oraya yerleştirildi. Besbelli ki, doku uyuşmazlığı var... Başka türlü söylersek, Siyonist İsrail bir bölge devleti değil, yapay bir oluşum ve Türkiye bu Siyonist devleti ilk tanıyan Müslüman ülke olma ayrıcalığına sahiptir... Böylece büyük bir hevesle ABD’nin kucağına oturduğu bir dönemde, ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, vb. bir jest yapmış oluyordu. Ve kurulduğu günden beri de hep Siyonist rejim safında yerini aldı. Gerçi kullanılan dil yanılsama yaratacak cinstendi ama 1948 den beri hep pro-siyonist bir dış politika izledi. Şimdilerde başbakan Erdoğan, İsrail’e ateş püskürüyor ama söylediklerinin reel bir karşılığı yok. Zira “derin ilişkiler” söylenen sözlerden daha önemli... Kaldı ki,  emperyalizme, ve onun lideri ABD’ye  açıkça cephe almadan, NATO’dan çıkmadan Siyonist rejimi lânetlemenin reel bir karşılığı olması mümkün değildir. Mazlum Filistin halkının safında yer almanın koşulu, emperyalizmi açıkça hedef almayı, emperyalizmden kopmayı gerektirir. Küresel oligarşinin bir parçası olan Türkiye’nin mülk sahibi sınıflarının öyle bir şeye izin vermesi mümkün değildir. Zira bu bindikleri dalı kesmek demeye gelir... Ezilen Filistin halkının safında yer almanın koşulu, yeryüzünün lânetlileri safında olunduğu durumda mümkündür ve ancak o zaman söylenen sözün reel bir karşılığı olabilir. İsrail’in arkasında sadece kollektif emperyalizm cephesi yok, bölge devletleri de emperyalizme teslim olmuş durumdalar. Öyle rahatsız edici bir manzara ki, nerdeyse tüm dünya Filistin halkının düşmanı, değilse onun kaderine kayıtsız... İşte bütün mesele, neden böyle olduğunu tartışabilmek, bilince çıkarabilmek ve gereğini yapabilmekle ilgilidir... Bölgedeki tüm Müslüman-Arap devletleri, başta ABD olmak üzere, kollektif emperyalizm  tarafından satın alınmış durumda. Zaten Filistin davasına sahip çıkma potansiyeli olanları da çoktan çökertilmiş veya müdahale edemez duruma getirilmiş durumda (Irak, Suriye, Libya, Sudan, vb.). Ve bu devletlerin başına gelen, Siyonist rejimin güvenliği gerekçesi yüzündendir... Tabi bölgedeki “aydınlar”, akademisyenler ve gazeteciler taifesinin de ve genel bir çerçevede emperyalizm tarafından satın alındığını söylemek mümkündür... Eğer öyle olmasaydı, bunca yıl Filistin halkı bu dramı yaşamaya devam eder miydi?

Bölge devletlerinin durumu, Siyonist rejimin varlığının doğal sonucu sayılmalıdır. İsrail devletinin varlık nedeni, bölge halklarının ve devletlerinin kendi ayakları üstünde durmalarını, kendi kaderlerini tayın etmelerini, kendi doğal kaynaklarını kendi refahları için kullanmalarını engellemek, bölgeyi emperyalizmin denetimi altında tutmaktır. Tabii bölgenin emperyalizm için jeo-stratejik önemi de son derecede büyük... Bu amaçla, bölgeyi sürekli çatışma, boğazlaşma, terör ve kaos ortamında tutmak, oradaki halkların kendi ayakları üstünde durmasını engellemek için, etnik, din, mezhep temelli ayrılıklar ve düşmanlıkların sürekli olarak kaşınması gerekiyor. Böylece istikrarsızlığın sürekliliğini sağlamak mümkün oluyor. Ve Siyonist teorisyenler buna “kurucu kaos” diyorlar... Başka türlü söylersek, Siyonist devletin varlık nedeni, bölgeyi sürekli bir çatışma, savaş ve kaos ortamında tutmaktır. Başta ABD olmak üzere, emperyalizmin asıl amacı odur. O halde sorunun nedeni-kaynağı olanlardan bir de çözüm beklemek abestir? İsrail’in güvenliği demek, başta ABD olmak üzere, kollektif emperyalizmin çıkarlarının güvenliği demektir. İşte Siyonist rejimin şımarıklığı, küstahlığı, kural tanımazlığı, her türlü uluslararası hukuk kuralını ve teamülü yok saymasının, istediği zaman istediği gibi kolonyalist yayılmaya tevessül etmesinin,  katliam ve yıkım yapabilmesinin sırrı orada yatıyor... 

Aslında yıllardır devam eden ve tüm insanlığın utanmazca seyirci kaldığı bu vahşet, insanlığın nasıl bir ikiyüzlülük, utanmazlık ve aymazlık içinde olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. Filistin halkı emperyalizmin devamı ve uzantısı olan Siyonist rejim tarafından rehin alınmış durumda.  ABD başkanı Barack Obama, “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır” diyor. Emperyalizmin diğer bileşenleri de aynı fikirde... Böyle bir durum söz konusuyken, orada barıştan söz edilebilir mi? Barıştan söz edebilmenin koşulu önce işgalcinin işgale son vermesidir. Aksi halde kiminle nasıl anlaşacak, barış yapacaksınız. Saldıranın değil de saldırıya uğrayanın “savunma hakkından” söz etmek ne demektir. Bu dünyada direnme hakkı diye bir şey yok mu? Bir haydut bir evi bassa, aile üyelerini bir odaya kilitlese, orada haydudun kendini savunma hakkından söz edilebilir miydi?  

Bir şey daha var: Filistin halkının durumu sadece Siyonist rejimin açık saldırı anlarında ilgi konusu oluyor. Her gün yaşanan dram pek kaygı konusu yapılmıyor. Şu an itibariyle 900 000 insan temiz suya ulaşamıyor. Son saldırıda sular idaresi çalışanları hedef alındı, 4’ü öldürüldü. 2006 yılından beri devam eden ambargo yüzünden 1.5 milyon insan sayısız yokluk ve çaresizlikle cebelleşiyor. Hastaneler ilaçsız, sağlık malzemesi yetersiz, yedek parça yokluğundan bozulan aletler tamir edilemiyor. Hastanelerin elektrik jeneratörleri gerektiği gibi çalıştırılamıyor.

Sahil kumsalında oynayan aynı aileden 4 çocuğun hava bombardımanıyla öldürülmesi üzerine, İsrail’in fanatik Siyonist dışişleri bakanı Avigdor Lieberman, alay edercesine: “Gazze’ye bir kara harekâtı yapmadan, çocuklarımıza güvenli bir yaz tatili sağlamamız mümkün değildir” demişti. 7 Temmuzdan bu yana, geride kalan 13 günde, 306 kişinin öldüğü, 2250 kişinin yaralandığı ve 20 bin evin yıkıldığı bildiriliyordu ve ölenlerin beşte biri çocuk...


İsrail’deki Siyonist rejim yıkılmadan, emperyalizm bölgeden def edilmeden, kapitalizm sorun edilmeden, Filistin sorununun gerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşma şansı yoktur. Emperyalizmin bölgeden atılmasının önkoşulu da, emperyalizm kuklası, Amerikan uşağı gerici Arap rejimlerinin yıkılması, halk iktidarlarının kurulmasıyla mümkün olabilir ancak. Tabii Filistin halkının haklı davasını da Hamas gibi fanatik siyasal İslamcı veya El-Fetih gibi uzlaşmacı-oportünist önderliklerle başarıya ulaştırmak mümkün değildir. Onun dışındaki tüm ‘çözümler’ ancak seyirciyi oyalamaya yarar. Her ülkedeki muhalefetin artık eskisi gibi davranmaması gereken zaman gelip çattı.  Filistin halkının, başta bölge halklarının açık ve kararlı desteği olmak üzere, enternasyonalist bir dayanışmaya ihtiyacı var ve ne yazık ki, şimdilik insanlar kaygı duymakla, üzüntülerini bildirmekle yetiniyorlar...

Hiç yorum yok: